11
Ara

Öğrencileri Anlatıyor – Kayıhan KESKİNOK

Merhaba

Bugün Keskinok Sanat Vakfının  mekanında, bizler, Sanatyapımda eğitim alan öğrencileri, elimizden geldiğince hocamız Kayıhan Keskinok’u anlatacağız.

Onun hayatı ve eserleri uzmanlarca incelenerek, kitaplar yazılacak güzel Sanatlar Fakültesi öğrencilerine tez konusu olacak değerdedir.

Ben onu 1985 yılında tanıdım ve öğrencisi oldum. Atölye eğitimim altı yıl sürdü sonra da hiç kopmadık. Grup 16 olarak, benim atölyemde sayısız etkinlik düzenledik. Biz onun melekleri idik  ve çok şanslıydık. Şimdi sizlere onu anlatırken, kitaplarından yararlanmak istiyorum.

2013 yılında yayınlanan iki kitabını bana imzalarken şunları yazdı.

ACILARDAN UMUT VE GÜVENE

“Ben çocukluğumda dayak yediğim zaman ağlamazdım. Mahallenin çocukları bu duruma çok kızar daha çok döverlerdi; Ancak bir gün hüngür hüngür ağladım, 7 yaşındaydım. Susturamadılar beni. O gün benden 10 – 11 yaş büyük Kubilay’ ı şehit etmişlerdi. Bu yaşam öyküsünün, benim için en önemli evresidir. Bunu özellikle sana sunuyorum”

İkici Kitabı;

UTKUNUN KENTİ İZMİRDE DOĞDUM’ da yazdığı ise ;

“İşte ben buyum. İyi kötü buyum” idi.

Onun hayatını kendi cümleleriyle anlatmayı deneyeceğim. Şiirsel yazılarının yanı sıra resimlerinin de olduğu ikinci kitaba şöyle başlıyor.

“26 Ocak 1923 tarihinde emperyalist saldırılara karşı ilk kurşunun atıldığı utkunun kenti İzmir de doğdum. Çocukluğumun ilk yılları, kararmış topraklar, yanık kiremit kokuları arasında geçti. Bizi evsiz, barksız bırakanların, kaçan düşmanın eseriydi bu. Anımsıyorum o günleri. Yanık kokuları, kararmış tuğla, kiremit artıkları… Yıkılmış yuvalar… Bunlardan daha da acısı, iç dünyaların yıkıntıları”…

Böyle bir ortamda başlayan yaşam ve çocukluk yılları acaba nasıl bir Keskinok yarattı? Acılarla başlamak ve hemen ardından Cumhuriyet’ in ilk yıllarındaki coşku ve heyecanla devam etmek o neslin şansı mıydı?

Yine hocama kulak veriyorum.

“Acı anılar beraberinde mutlu anıları çağrıştırıyor. Türkiye Cumhuriyetinin gelecek ve umut ışıklarıyla aydınlandığı yıllar. Yine o yılların 9. Eylül’lerini anımsıyorum. Trenler yolcularla dolup taşardı. Uşak’tan, Denizli’den, Aydın’dan, Balıkesir ve Afyon ‘dan Başkent Ankara’dan,  Sivas’tan belki de Van’dan henüz on yaşında ki “Cumhuriyet Türkiyesi’nin yüzbinlerce güler yüzü fuara koşardı.”

Ama öncesi, ailesinin yaşadıkları ve annesinden dinledikleri… Makedonya’ dan göç, birbirini kaybeden ve asla bulamayan aile fertleri. Savaş sonrası Türkiye’ sinin yoksul yılları… Savaş sırasında yaşanan vahşet. Acı yumağı olmuş insanlar. Annesi anlatıyor.

“Düşman kaçıyor. Yakıp Yıkarak kaçıyor. İzmir dört bir yandan alevler içinde. Bir cami avlusuna sığınıyoruz. Yanık kokuları, can çekişenler. Susuzluk; ah bir damla su…”

Türk Ordusu 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’e girer.  O, 1923 yılının Ocak ayında dünyaya gözlerini açar. 1926 yılında Uşak’a göçerler. Çevrelerinde yine acılı insanlar ve yoksulluk vardır. Ama bir şeyler değişmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğine duyulan güven ve umut…

O diyor ki ;

“Cumhuriyet ‘in dördüncü yılında sokakta hala acı anıların kara izleri vardı. Harabeler arasında oynarken çok kez dramın içinde bulunmuşum gibi bir sanrıya kapılırdım. Halı tezgahlarının cıvıldayan renkleriyle o acı izleri yansıtan manzara, iki karşıt öge benliğimi öylesine sardı ki, sanırım iç dünyamın gizil gücü bunlarla oluştu; sanatsal eylemlerimin diyalektik örgüsü sadece bunlarla biçimlendi.

Bu paragraf bence O’nun yaşadığı sürece devam eden resim serüveninin özetidir.

1930 yılında Devlet Demir Yollarında çalışmaya başlayan Eczacı baba Adana’ dan önce Fevzipaşa ve Karapınar ilçelerinde görev yapmıştır. Çocukluğunun en mutlu günleri Karapınar’da geçer. Çok sevdiği ve hiç vazgeçmediği yüzmeyi burada Çakıt Çayı’nda öğrenir.

İlk defa uzun pantolonu Adana’da İnönü ilkokulunda okumaya başladığında giyer. O kadar sevinçlidir ki bir yıl kendini çizer. İkinci yıl Mersin’ de gördüğü vapurlar ilgisini çeker ve resmini yapar. Bu resim için ;

“Ben bütün resim yaşamımda sanırım hep o günkü resmimde kapıldığım gizil gücü arayacağım bıkmaksızın” diye yazdı yıllar sonra.

Adana Öğretmen Okulu. Bu okulda çağdaş bir eğitim var. Eğitsel etkinlikler, atölye, laboratuvar çalışmaları, spor programları yemekhane, yatakhane ve banyoların idaresi ve denetimleri öğrenciler tarafından yapılan bir eğitim sistemi.

Bu sistem daha 17.04.1940 tarihinde kurulan Köy enstitülerine ilham kaynağı olur.

O artık delikanlıdır. Bu yıllar Adana ve Mersin’ de  geçen yıllardır ve onun hayatında boks, yüzme dans ve heyecan vardır. İzci olur, kamplara katılır. Cumhuriyet bayramlarında Ankara’ya giderler ve kutlamalara katılırlar. O, Ankara’ya ilk kez 28 Ekim 1940 yılında gelir.

Bir yıl İlkokul Öğretmeni ve Gazi Eğitim Enstitüsünde öğrencidir.  Bu okulda onu en çok etkileyen öğretmenler Refik Ekipman ve Malik Aksel’dir.

1945 yılında Gazi Eğitim Enstitüsünden mezun olur. Resim Öğretmenliği serüveni başlar. Boğazlıyan Ortaokulu öğretmen ve öğrencilerinin birlikte çektirdikleri fotoğrafta hocamın elinde pipo var. O’na çok yakışan bu alışkanlığı uzun yıllar devam eder.

Bu okulda Rıfat Ilgaz’la tanışır. Onun önerisiyle peyzajdan insana ve ilişkilerine geçer. Araya askerlik girer. O, askerliği bir şölene dönüştürür, emrindeki erlerle birlikte. Onlara yüzme öğretir. Savaş oyunlarında heyecanlanır ve askerlik görevi böylece biter.

Askerlik dönüşü Karadeniz’in  Görele Kasabası’nda öğretmendir.

Bu dönemi şöyle anlatır.

“Deniz, balıkçılar, horonlar, hele o günlere özgü düğünler bende büyük heyecan dalgası uyandırırlar.”

Sevgili hocam yıllarca Karadeniz’in düğünlerini resmetti. Görele’deki düğünler O’nda evlenme arzusu yaratır, Neriman Hanım’la nişanlanır.

1949 Yılı sonu, Yılbaşı balosunda , “Volga” şarkısını söylediği için Kars’a sürülür. O artık “Zararsız Komünist’ tir.

Sonraki on yıl Trabzon lisesinde öğretmendi. O yıllardaki öğrencileri  ile karşılaşmalarına pek çok kere bizler de şahit olduk. Unutulmaz bir öğretmen olmuş.

Bu yıllarda çocukları dünyaya gelir.

O kendi resim serüvenini anlatırken önce Cezanne diyor ve ekliyor.

“İkinci dünya savaşı biteli on yıl olmuştu.”

Bütün dünyada, sanatta köklü değişmeler oluyordu. Dergilerden izliyordum bunları. Dünya sanatı soyuta yöneliyor. Ben de Cezanne’a özgü çalışma tarzımda değişiklik gereğini hissediyordum. Resmim önce özgür ve asabi fırça tuşlarının egemen olduğu Fovist bir nitelik kazanıyordu”.

1955 – 1960 yıllarında soyuta yönelir. Peyzajlarında figür de vardır. Hala fovisttir resimleri. Kilim deseni havasında ki bu resimler yerel olduğu kadar evrenseldir de.

Devam eder ;

“Daha sonraları tuşlar asabi havasından, daha düşünsel ama kararlı bir niteliğe dönüşüyor. Ancak renkte yine fovist eğilimler devam ediyor.”

İlk sergisini 1956 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin küçük salonunda açar. Yeni tanıştığı Turan Erol ona yardım eder.

Her zaman ilgi duyduğu ve ilerlettiği Fransızcası ile burs kazanır ve 1960 yılında İsviçre’nin Lausanne kentine gider. Soyut ve geometrik soyutun Avrupa’da ömrünü tamamladığını, figürün farklı bir boyutta öne çıktığını görür.

Türkiye’ye döndükten bir yıl sonra okulundan davet alır ve 1963 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü’nde hocalığa başlar.

O yine faklıdır. Ufku geniştir, çağdaştır ve öncüdür. Anadolu çocukları olan öğrencileri için iyi bir örnektir ve şanstır.

O dönemdeki kadro bu okula “önce sanatın ehli, sonra eğitici” olunur anlayışını getirir. Bugün özellikle Ankara’da öne çıkan plastik sanatlarda değerli eserler yaratan sanatçıları yetiştiren ekibin içindedir. Bu sanatçılardan bazıları hocaların izinde yola devam etmekte ve yeni sanatçılar yetiştirmekteler.

Yetmişli yıllarda toplumsal içerikli konulara yönelir. Gecekondular, Karadeniz düğünleri, barlar, gece kulüpleri, dansözler gibi …

Lütfi Günay, Turan Erol, Hamiye Çolakoğlu ve Osman Oral’la birlikte 1970 yılında Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltıraşlar Derneğini kurarlar. Ellinci yılına yaklaşan bu dernek çok daha fazla üyesi ile varlığını sürdürmekte ve Ankara’da sanata katkı vermeye devam etmektedir.

Kayıhan Keskinok’ un öyküsünde Sanat yapımın ve kurucuları İbrahim ve Nesrin Demirel kardeşlerin özel bir yeri olmalıdır. Hocam 1982 yılından itibaren otuz yıl kendi adını taşıyan bu atölyede, ona sevgi ve saygı ile sunulan olanaklarla, gönlünce öğrenci yetiştirdi.

O bir devrimciydi ve emeğe saygılıydı.” Yaşam sevincini ve mutluluğunu ham maddede biçimlendiren o öpülesi ellere selam olsun” diye yazdı. Altına nal döven nalbant resmi için …

O bizlere sanatı, sanat tarihini ve resim yapmayı öğretti. O benim hayatımı değiştirdi. Saygı ve sevgi ile anıyorum.

18/04/2014

Ayten Timuroğlu